İşinize Bakmayın İşinizi Görün

 

Hepimizin bir işi ve işe yüklediğimiz bir anlam, bir bakış açısı var elbette. Biri bize kendinizi tanıtır mısınız dediğinde, ismimizden hemen sonra işimizden bahsediyoruz. Burada çalışıyorum, şu işi yapıyorum benim mesleğim bu gibi… İşimiz kimliğimizin, kişiliğimizin bir parçası oluyor ve büyük çoğunlukla işimize bakmayı da iyi biliyoruz millet olarak.

Peki, ama işimizi görmeyi?
Bir Çin atasözü der ki;
“Bir saat mutlu olmak istiyorsan
Şekerleme yap.
Bir gün mutlu olmak istiyorsan
Balık tut.
Bir hafta mutlu olmak istiyorsan
Tatile çık.
Bir ay mutlu olmak istiyorsan
Evlen.
Bir yıl mutlu olmak istiyorsan
Servete kon.
Bir ömür boyu mutlu olmak istiyorsan
Sevdiğin işi yap…”
Bu atasözünden yola çıkacak olursak gerçekten kaç kişi işini sevdiği için yapıyor. Kaç kişi yaptığı işin farkında. İster büyük firmalarda patron olarak milyon dolarlara hükmedelim, ister orta ve küçük şirketlerimiz olsun, ister memur, esnaf, işçi, sadece geçimimizi sağlayacak kadar getirisi olan işte çalışıyor olalım fark etmiyor. Sonuç olarak bir iş yapıyoruz. O iş için büyük emek veriyor, ömrümüzün en önemli ve verimli zamanını çalışarak geçiriyoruz diyeceğim ama ne yazık ki harcıyormuşuz gibi geliyor bana… Sabah işe giden ve akşam işten dönen insanları merakla gözlemliyorum. Büyük çoğunluğunun başı önde omuzları çökmüş, sırtı kamburlaşmış büyük bir hayal kırıklığı, acı ve öfke var üzerlerinde. Halbu ki, büyük çoğunluğu daha genç, ömrünün en güzel çağında, baharında henüz ama ruhu çökmüş… Deyim yerindeyse rüzgarda savrulan kuru otlar gibi…
Peki, bunun sebebi ne olabilir?
Acaba maddi olarak bize getirisi daha az, yeterince saygı görmüyoruz, yaptığımız hizmetin ve ürünlerimizin kıymeti bilinmiyor, emeğimiz sömürülüyor, iş güvencemiz yok, işverenin insafına kalmışız bir de bakmışız ki kapı dışarı edilmişiz, ondan mı böyle hissediyoruz? Gerçekten haklılık payı oldukça yüksek ve iş yaşamımızdaki motivasyonu fazlasıyla düşüren bir durum…
O zaman bir de işveren cephesinden bakmak gerekiyor, orada durum nasıl acaba…? Onlar hayatlarından çok mu memnunlar, gerçekten hayatın her alanında bolluk ve bereket içindeler mi? Benim anlatmak istediğim bolluk ve bereket kavramı hayatımızda maddi ve manevi her şeyin bol ve bereketli olmasını kapsıyor. Yani sevgini, sağlığın, huzurun, mutluluğun, paranın vs… Bol ve bereketli olması… Orada da durumlar pek iç açıcı değil sanırım… Onlarında işveren olarak büyük stres ve huzursuzluk içinde olduğunu gözlemliyorum. Bu kadar insana iş, ekmek kapısı olduklarını, çok çalıştıklarını, bu iş için maddi -manevi ne varsa ortaya koyduklarını, çok fedakarlık yaptıklarını ama bir türlü çalışanlarından yeterince verim almadıklarını, paralarıyla rezil olduklarını söylüyorlar…
Görüldüğü gibi iki tarafa mutsuz, huzursuz, beklentilerine karşılık bulamıyorlar. İki tarafta haklı gibi… Çünkü işimize yaklaşırken yazımın başında belirttiğim gibi, işimize bakıyoruz ama işimizi görmüyoruz. Bakmak, görmek değildir… Hep bizden alıp götürdüğünü hesap ediyoruz ama nedense getirisini hiç hesap etmiyoruz, etsek bile sadece maddi getirisine bakıyoruz. Oysa ister işveren olalım, ister çalışan, işimiz bizi anlatıyor. Aslına bakarsanız yaşamın hangi boyutunda duruyorsak iş yaşamında da aynı boyutta oluyoruz. Değerimizi anlamayan bir işveren veya müdürümüz, ya da tam tersi çalışanımız varsa önce dönüp kendimize bir bakmak, kendimizde olan eksikleri görmek, ayna tutmak gerekiyor, içten ve samimi olarak…
Ben gerçekten kendimin yeterince değerini biliyor muyum? Böyle bir işte niye çalışıyorum? Bu işin bana kattıklarının farkında mıyım? Bu iş bana paranın dışında ne kazandırıyor? Ben işveren olsaydım benim gibi birini işe alır ve beklediğim kadar maddi ve manevi değer verir miydim?
Aynı soruyu işvereninde sorması gerekiyor tabii… Eğer ben çalıştırdığım müdür, memur ya da işçi olsaydım, böyle bir iş yerinde, benim gibi, bir patronun veya müdürün yanında, verimli bir şekilde çalışır mıydım? Elimde bulunan maddi ve manevi gücü nasıl kullanıyorum? Gerçekten yanımda çalışan insanların değerini biliyor ve o insanları anlıyor muyum? Onların yaşadığı sorunların farkında mıyım? Çalıştırdığım insanların emeklerinin karşılığını maddi ve manevi olarak veriyor muyum? Çalışanlarımla doğru iletişim içinde miyim? Vs… İçtenlikle bu ve benzeri soruları sormak gerekiyor kendinize ve tarafsız olarak da cevap vermek gerekiyor ki yol alabilelim.
Bizi yoran, zorlayan, yetersizlik, değersizlik duyguları içinde, yaşadığımız her olay, ister çalışan cephesinde olsun, ister işveren cephesinde, çoğu kez gerçekten öğrenmemiz gereken bir durum olduğunu, bizim o alanlarda kendimize dönüp bakmamız ve kendimizdeki eksik ve zayıf yanların farkına varıp, o konular üzerinde çalışmamız gerektiğini gösteriyor olabilir ve bu bizim için büyük fırsat yaratabilir…
Çünkü bu iki kesim bir birin düşmanı değil, en büyük dostudur. Hem çalışanların, hem de işverenlerin birbirlerinde hakları var. Söylenerek, yarım yamalak günü kurtarma telaşı içinde, tam anlamıyla yapacaklarımızı, yapmadığımız zaman işverenin hakkı geçmiş oluyor ve bize yapılmasını istemediğimiz bir davranışı biz, bir başkasına hiç düşünmeden yapmış oluyoruz. Oysa biz oradan aldıklarımız sayesinde bir değere, bir kimliğe bürünüyor, evimizin, ailemizin çocuğumuzun rızkını bu şekilde kazanıyor, yaşamımızı idame ettiriyoruz ama yarım yamalak bir iş yaparak, aldığımız paranın içine bir nevi zehir katıyor, çoluğumuza çocuğumuza yediriyor mutlu, huzurlu, sağlıklı olmayı bekliyoruz.
İşverenlerde aynı şekilde, gerçek anlamda yanında çalıştırdığı işçisine, bir makineden daha az değer vererek, yaptığı işin değerin altında, kıymet bilmeden, gerçekten hak etti maddi ve manevi karşılığı ödemeden, teşekkür etmeden çalıştırıyorsa, oda büyük hak yemiş oluyor ve işverende aynı şekilde kazandığı her kuruşun içine zehir katmış, çoluğunu çocuğunu zehirlemiş oluyor.
Peki, gerçek bilgimizin, birikimimin altında, madden ve manen almamız gerekeni almadan, vermemiz gerekeni vermeden, bu şekilde devam eden bir iş yaşamımız olursa ne olur… Unutmamak gerekir ki, ne ekersek onu biçiyoruz… Yani sürpriz değil yaşadıklarımız. Şu an yaşadıklarımızı geçmişimiz oluşturdu. Gelecek yaşamımızın tohumlarını da şu an ekiyoruz… Şu an geleceğimizi oluşturuyoruz… Sadece kendimizin değil, çocuklarımızın hatta torunlarımızın torunlarının da geleceğini oluşturuyoruz… ‘’Dedesi erik yemiş torunun dişi kamaşmış’’ misali… Bir düşünün efendim. Sevgiler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.